Zafer Hacısalihoğlu, Orhan Çevikbaş ile kendisini polis konusunda uyardığımı söylemiş. Doğrudur.. İzin verirseniz neden uyarma gereğini hissettiğimi anlatmam, olayın öncesini hatırlatmam gerekiyor. O dönemde Kuşadası’nın başına bela olan ve hala etkilerini hissettiğimiz bir organizasyon beni hedef almıştı. Telefonlarım yasadışı dinleniyor, takip ediliyorum, bir hatamda beni paketlemek için peşime ekipler takılıyor. Gölgemden bile korkar bir durumdayım. Birileri saldırır diye çocuklarımla sahilde gezmeyi bile özlemişim. Aracımın tekeri patlatılıyor, Belediyenin altındaki otoparkta olan aracıma defalarca ceza kesiliyor, yüzlerce aracın park ettiği yerde sadece benim aracım çekiliyor. Hakkımda yazılar, hakaretler sıralanıyor. Evimin suyu kesiliyor, eşim şikayet ediliyor. Meslektaşlarım benimle konuşmamaları, selamlaşmamaları için uyarılıyordu. Ve daha neler neler…
İşte böyle bir ortamda, bir akşam gazeteci dostlarım Orhan Çevikbaş ve Atilla Çınar ile henüz bu günkü haline gelmemiş olan Gazibeğendi tepesine, benim aracımla gittik. Hafta sonu olduğu için çevre il ve ilçelerden gelen onlarca araç arasında, en sonlarda bir yerde kendimize bir yer bulduk. Biraz demlenelim dedik. On dakika geçmeden ışıklarını yakmış bir polis devriyesi, onlarca İzmir, Manisa, Denizli, Aydın plakalı aracı geçip doğrudan benim aracımın yanında durdu. “Beyler kimlikler”dedi. Orhan ve Atilla sinirlendi. “Biz Kuşadalıyız, üstelik gazeteciyiz bizi tanımamanız mümkün değil. Neden kimseye kimlik sormadınız da doğrudan bize geldiniz” diye sitem ettiler. Polis arkadaş gayet nazik bir şekilde “biz görevimizi yapıyoruz” dedi. Ben de “arkadaşlar sakin olun, bakın arkadaşlar bize özel gelmiş görevlerini yapıyorlar” diyerek arkadaşları sakinleştirdim. Orhan arkadaşımızın, ticari işleri nedeniyle bir evrak eksikliğini zamanında gidermediği için aranması söz konusuymuş ve onu gözaltına aldılar. Orhan, dönemin Emniyet Müdürü Olcay Yakup İnankur’u arayıp, “Müdürüm yarın gider evrağı tamamlarım, beni tanıyorsunuz, yarın size gelirim” dedi. Ama işe yaramadı.Orhan Çevikbaş, ertesi sabaha kadar nezarette tutuldu. Sabah pürüz giderildi, serbest kaldı. O akşam üçümüzde alkollüydük. İtiraz etseydik, polisle tartışsaydık, başımıza nelerin gelebileceğini çok iyi tahmin ettiğim için, hep alttan aldım.
Benimle diyalogları olan Orhan Çevikbaş’ta, birilerinin hedefi olmaya başladı. O dönemin yapılanması, benim olduğu kadar olmazsa da onun her hareketini takip altına aldı. Bunun benimle arkadaşlığı nedeniyle olduğuna adım gibi emindim. Ve her ne kadar Zafer Hacısalihoğlu, Olcay Yakup İnankur’un kankası, yol arkadaşı olsa da Orhan’la ilişkileri nedeniyle onunda etkilenebileceğini düşünerek onlarla bu düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim. Buraya kadar doğru. Hiçbir itirazım yok. Çağırdım ve uyardım.
Ama şimdi Zafer’in yazdıklarından öğreniyorum ki, Ben onları çağırdığımda hemen bir organizasyon olmuş. Kumpas kurulmuş. Zaferin buluşalım dediği yer, muhtemelen daha öncede buluşmalar için kullandıkları bir yer. Ve buluşacağımızı kankasına bildirmiş. Kankası da hemen orada yerini almış. Bizi izlemiş, kamera varmış. Umurumda bile değil, bu gün yine aynı ortam olsa, yine Orhan Çevikbaş’ı çağırır uyarırım.
Can alıcı konu ise şu: Olcay Yakup İnankur’un benimle ilgili düşüncelerini Kuşadası’nda neredeyse bilmeyen yok. Beni açık açık tehdit ettiği için İçişleri Bakanlığına Başvurarak,Türkiye’deki tüm Gazeteci örgütlerine birer yazı göndererek “Vurulursam, öldürülürsem, hatta trafik kazasında bile başıma bir şey gelirse sorumlusu Olcay Yakup İnankur’dur” diyerek kendimi kurtarmaya çalıştığımı en iyi Zafer bilir. Zafer Hacısalihoğlu; “Beni sustururlarsa, hepinizi sustururlar” diye feryat etmeye başladığım, “Sana Hakkımı Helal etmiyorum Olcay” diye köşe yazıları karaladığım (hepsi www.adaninsesi.com arşivinde duruyor) o dönemde, benim Olcay ile işbirliği içinde olduğumu söyleyebilecek kadar şaşırmış.
Bak Zafer, o dönemin benim gibi çok mağdur olduğunu biliyorum. Ama 70 kadar olduğunu senin yazından öğrendim. Doğrusunu istersen ben çok daha fazlasını düşünüyorum. Gazetecilerin, Turizmcilerin,Müteahitlerin, Mesleki Oda başkanlarının, siyasilerin kumpasa getirildiği, senin deyiminle “Şerefsizliğin tavan yaptığı dönemde”, Olcay ile yediğiniz içtiğinizin ayrı gitmediğini, günün büyük bölümünü onunla geçirdiğini, onun söylediğinin dışına hiçbir zaman çıkmadığını veya çıkamadığını sosyal yaşamı olan herkes, meslektaşlarımız, polis memurları kısacası herkes biliyor.
Seni koruyan, kollayan, sana arka çıkan dostlarını arkadan hançerlemeyi marifet sandığın için, bu organizasyonu Olcay’ın yaptığını ima ederek satmana şaşırmadım. Belki kankası olarak bildiğin bir şeyler vardır, bu bölüme itiraz etmiyorum. Senin başında olduğun basın bürosunun paralelcilerin yayın organlarına akıttığı paralar sayesinde onlardan bir şeyler öğrenmiş de olabilirsin. Ama bunca yaşanandan sonra, beni Olcay ile aynı kumpasın içinde gösterdin ya, tek kelimeyle helal olsun. Yeminle ben böyle bir senaryoyu mümkün değil yazamazdım. Bırak senaryoyu, hatırlatmazsan yukarıdaki gerçekleri bile hatırlamayacaktım. Eh, gerisini Olcay düşünsün..
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Latif Sansür
Kuşadası'nda ki Paralelciler
Zafer Hacısalihoğlu, Orhan Çevikbaş ile kendisini polis konusunda uyardığımı söylemiş. Doğrudur.. İzin verirseniz neden uyarma gereğini hissettiğimi anlatmam, olayın öncesini hatırlatmam gerekiyor. O dönemde Kuşadası’nın başına bela olan ve hala etkilerini hissettiğimiz bir organizasyon beni hedef almıştı. Telefonlarım yasadışı dinleniyor, takip ediliyorum, bir hatamda beni paketlemek için peşime ekipler takılıyor. Gölgemden bile korkar bir durumdayım. Birileri saldırır diye çocuklarımla sahilde gezmeyi bile özlemişim. Aracımın tekeri patlatılıyor, Belediyenin altındaki otoparkta olan aracıma defalarca ceza kesiliyor, yüzlerce aracın park ettiği yerde sadece benim aracım çekiliyor. Hakkımda yazılar, hakaretler sıralanıyor. Evimin suyu kesiliyor, eşim şikayet ediliyor. Meslektaşlarım benimle konuşmamaları, selamlaşmamaları için uyarılıyordu. Ve daha neler neler…
İşte böyle bir ortamda, bir akşam gazeteci dostlarım Orhan Çevikbaş ve Atilla Çınar ile henüz bu günkü haline gelmemiş olan Gazibeğendi tepesine, benim aracımla gittik. Hafta sonu olduğu için çevre il ve ilçelerden gelen onlarca araç arasında, en sonlarda bir yerde kendimize bir yer bulduk. Biraz demlenelim dedik. On dakika geçmeden ışıklarını yakmış bir polis devriyesi, onlarca İzmir, Manisa, Denizli, Aydın plakalı aracı geçip doğrudan benim aracımın yanında durdu. “Beyler kimlikler”dedi. Orhan ve Atilla sinirlendi. “Biz Kuşadalıyız, üstelik gazeteciyiz bizi tanımamanız mümkün değil. Neden kimseye kimlik sormadınız da doğrudan bize geldiniz” diye sitem ettiler. Polis arkadaş gayet nazik bir şekilde “biz görevimizi yapıyoruz” dedi. Ben de “arkadaşlar sakin olun, bakın arkadaşlar bize özel gelmiş görevlerini yapıyorlar” diyerek arkadaşları sakinleştirdim. Orhan arkadaşımızın, ticari işleri nedeniyle bir evrak eksikliğini zamanında gidermediği için aranması söz konusuymuş ve onu gözaltına aldılar. Orhan, dönemin Emniyet Müdürü Olcay Yakup İnankur’u arayıp, “Müdürüm yarın gider evrağı tamamlarım, beni tanıyorsunuz, yarın size gelirim” dedi. Ama işe yaramadı.Orhan Çevikbaş, ertesi sabaha kadar nezarette tutuldu. Sabah pürüz giderildi, serbest kaldı. O akşam üçümüzde alkollüydük. İtiraz etseydik, polisle tartışsaydık, başımıza nelerin gelebileceğini çok iyi tahmin ettiğim için, hep alttan aldım.
Benimle diyalogları olan Orhan Çevikbaş’ta, birilerinin hedefi olmaya başladı. O dönemin yapılanması, benim olduğu kadar olmazsa da onun her hareketini takip altına aldı. Bunun benimle arkadaşlığı nedeniyle olduğuna adım gibi emindim. Ve her ne kadar Zafer Hacısalihoğlu, Olcay Yakup İnankur’un kankası, yol arkadaşı olsa da Orhan’la ilişkileri nedeniyle onunda etkilenebileceğini düşünerek onlarla bu düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim. Buraya kadar doğru. Hiçbir itirazım yok. Çağırdım ve uyardım.
Ama şimdi Zafer’in yazdıklarından öğreniyorum ki, Ben onları çağırdığımda hemen bir organizasyon olmuş. Kumpas kurulmuş. Zaferin buluşalım dediği yer, muhtemelen daha öncede buluşmalar için kullandıkları bir yer. Ve buluşacağımızı kankasına bildirmiş. Kankası da hemen orada yerini almış. Bizi izlemiş, kamera varmış. Umurumda bile değil, bu gün yine aynı ortam olsa, yine Orhan Çevikbaş’ı çağırır uyarırım.
Can alıcı konu ise şu: Olcay Yakup İnankur’un benimle ilgili düşüncelerini Kuşadası’nda neredeyse bilmeyen yok. Beni açık açık tehdit ettiği için İçişleri Bakanlığına Başvurarak,Türkiye’deki tüm Gazeteci örgütlerine birer yazı göndererek “Vurulursam, öldürülürsem, hatta trafik kazasında bile başıma bir şey gelirse sorumlusu Olcay Yakup İnankur’dur” diyerek kendimi kurtarmaya çalıştığımı en iyi Zafer bilir. Zafer Hacısalihoğlu; “Beni sustururlarsa, hepinizi sustururlar” diye feryat etmeye başladığım, “Sana Hakkımı Helal etmiyorum Olcay” diye köşe yazıları karaladığım (hepsi www.adaninsesi.com arşivinde duruyor) o dönemde, benim Olcay ile işbirliği içinde olduğumu söyleyebilecek kadar şaşırmış.
Bak Zafer, o dönemin benim gibi çok mağdur olduğunu biliyorum. Ama 70 kadar olduğunu senin yazından öğrendim. Doğrusunu istersen ben çok daha fazlasını düşünüyorum. Gazetecilerin, Turizmcilerin,Müteahitlerin, Mesleki Oda başkanlarının, siyasilerin kumpasa getirildiği, senin deyiminle “Şerefsizliğin tavan yaptığı dönemde”, Olcay ile yediğiniz içtiğinizin ayrı gitmediğini, günün büyük bölümünü onunla geçirdiğini, onun söylediğinin dışına hiçbir zaman çıkmadığını veya çıkamadığını sosyal yaşamı olan herkes, meslektaşlarımız, polis memurları kısacası herkes biliyor.
Seni koruyan, kollayan, sana arka çıkan dostlarını arkadan hançerlemeyi marifet sandığın için, bu organizasyonu Olcay’ın yaptığını ima ederek satmana şaşırmadım. Belki kankası olarak bildiğin bir şeyler vardır, bu bölüme itiraz etmiyorum. Senin başında olduğun basın bürosunun paralelcilerin yayın organlarına akıttığı paralar sayesinde onlardan bir şeyler öğrenmiş de olabilirsin. Ama bunca yaşanandan sonra, beni Olcay ile aynı kumpasın içinde gösterdin ya, tek kelimeyle helal olsun. Yeminle ben böyle bir senaryoyu mümkün değil yazamazdım. Bırak senaryoyu, hatırlatmazsan yukarıdaki gerçekleri bile hatırlamayacaktım. Eh, gerisini Olcay düşünsün..